NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
أَحْمَدُ
بْنُ
مُحَمَّدٍ
الْمَرْوَزِيُّ
حَدَّثَنِي
عَلِيُّ بْنُ
الْحُسَيْنِ
بْنِ وَاقِدٍ عَنْ
أَبِيهِ عَنْ
يَزِيدَ
النَّحْوِيِّ
عَنْ
عِكْرِمَةَ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ لَا
تَأْكُلُوا
أَمْوَالَكُمْ
بَيْنَكُمْ
بِالْبَاطِلِ
إِلَّا أَنْ
تَكُونَ
تِجَارَةً
عَنْ تَرَاضٍ
مِنْكُمْ
فَكَانَ
الرَّجُلُ
يَحْرَجُ أَنْ
يَأْكُلَ
عِنْدَ
أَحَدٍ مِنْ
النَّاسِ بَعْدَ
مَا نَزَلَتْ
هَذِهِ
الْآيَةُ
فَنَسَخَ
ذَلِكَ
الْآيَةُ
الَّتِي فِي
النُّورِ قَالَ
لَيْسَ
عَلَيْكُمْ
جُنَاحٌ أَنْ
تَأْكُلُوا
مِنْ
بُيُوتِكُمْ
إِلَى
قَوْلِهِ أَشْتَاتًا
كَانَ
الرَّجُلُ
الْغَنِيُّ
يَدْعُو
الرَّجُلَ
مِنْ
أَهْلِهِ
إِلَى
الطَّعَامِ
قَالَ إِنِّي
لَأَجَّنَّحُ
أَنْ آكُلَ
مِنْهُ وَالتَّجَنُّحُ
الْحَرَجُ
وَيَقُولُ
الْمِسْكِينُ
أَحَقُّ بِهِ
مِنِّي
فَأُحِلَّ
فِي ذَلِكَ
أَنْ
يَأْكُلُوا
مِمَّا
ذُكِرَ اسْمُ
اللَّهِ
عَلَيْهِ
وَأُحِلَّ
طَعَامُ
أَهْلِ
الْكِتَابِ
İbn Abbas (r.a)'dan
rivayet olunmuştur; dedi ki:
Şu "Ey iman edenler, mallarınızı aranızda bâtılla (doğru
olmayan yollarla haksız yere) yemeyin. Kendi rızanızla yaptığınız ticaret
olursa başka..."[Nisa 29] âyet-i
kerimesi indikten sonra halka, bir kimsenin evinde yemek yemek zor gelmeye
başlamıştı. Derken bu âyeti Nûr süresindeki (61 numaralı) âyet neshetti. (Bu
âyette yüce Allah kullarına şöyle) buyurdu:
"...Size de kendi
evlerinizden başka evlerde yemenizde bir güçlük yoktur.."[Nûr 61] (Yüce Allah'ın bu meseleyle ilgili buyruğu); "toplu olarak ve) ayrı ayrı... (yemenizde de
üzerinize bir günah yoktur)" sözüne
kadar (sürmektedir).
(Bu âyet inmeden önce)
zengin bir adam yakınlarından birini yemeğe çağırıldığında (çağırılan kimse),
"Ben ondan yemeyi günah görüyorum" derdi; -et-Tecennuh, bir şeyin
günah olduğuna inanmak anlamına gelir- ve "fakir bu davete benden daha
müstehaktır" diye konuşurdu. Bu âyet(in inmesi) ile (müslümanların, bu
âyette zikredilen kimselerin birine ait olan ve) üzerine Besmele çekilen
yemekleri yemeleri ve bir de kitap ehlinin yemekleri helâl kılınmış oldu.
İzah:
İbn Abbas (r.a)'dan
şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Ey iman edenler, mallarınızı aranızda
batıl sebeblerlc yemeyin." âyet-i kerimesi nazil olunca müslümanlar
başkalarının ikram ettiği yemekleri yemekte tereddüde düştüler. Bu endişeyle
başkalarının evinde yemek yemekten kaçınmaya başladılar. Bunun üzerine Nûr
sûresinin 61. âyeti nazil oldu.
Bezlü'l-Mechûd
yazarının dediği gibi, misafire ikram etme konusu şu safhalardan geçmiştir:
İsiamiri ilk yıllarında misafire yemek yedirmek ev sahibi üzerine farz idi.
Sonra misafirin ev sahibinin malından yemesi Nisa sûresinin 29. âyetiyle
yasaklandı. Daha sonra Nûr suresinin 61. âyetiyle bu yasak da kaldırıldı.
Nitekim bir önceki babdaki hadisler, İslâmın ilk yıllarında misafire yemek
yedirmenin farz olduğuna, Nisa sûresinin 29. âyeti daha sonra bir kimsenin
başka birinin yemeğini parasını ödemeden yemesinin yasaklandığına, mevzumuzu.
teşkil eden bab hadisleri ise zamanla bu yasağın da kaldırıldığına delâlet
etmektedir. Nûr sûresinin 61. âyetinin tamamının meali şöyledir:
"Âmâya göre bir
harac(dariık ve günah) yok, topala göre bir haraç yok, hastaya göre bir haraç yok.
Size göre de (gerek) kendi evlerinizden, gerek babalarınızın evlerinden, gerek
annelerinizin evlerinden, gerek biraderlerinizin evlerinden, gerek kız
kardeşlerinizin evlerinden, gerek amcalarınızın evlerinden, gerek halalarınızın
evlerinden, gerek dayılarınızın evlerinden, gerek teyzelerinizin evlerinden,
gerek (başkasına ait olup da) anahtarlarına malik (ve hazinedarı) bulunduğunuz
(evler)den, yahutta sadık dostlarınızın (evlerinden) yemenizde de (bir haraç
yoktur). Hep bir arada toplu olarak da, dağınık dağınık da yemenizde dahi
haraç yok. (Şu kadar ki) evlere girdiniz vakit Allah tarafından mübarek ve pek
güzel bir sağlık (dilemiş) olmak üzere kendinize selam verin. İşte Allah
âyetleri size böylece beyan eder. Ta ki anlayasınız."
Ayetin tefsirindeki
inceliklerden bazıları şunlardır:
1- İnsanın evladının
evi ve malı kendi evi ve malı gibi olduğundan bu âyet-i kerimede evladın
malının ve evinin zikredilmesine lüzum .görülmemiştir.
2- Âyette insanın bir
dostunun malından izinsiz olarak yiyebileceğinden bahsedilmiştir. Çünkü insana
sadık dostu akrabasından bile daha yakındır.
İbn Abbas (r.a) bu
hususta şöyle diyor: "Cehennem ehli ateşe atıldıkları zaman, "Artık
bizim için ne şefaatçilerden bir kimse, ne de candan bir dost
yok..."[Şuara 100-101] diyerek dostlarının yokluğundan yakınacakları halde
anne, baba ve diğer dostlarının yokluğundan yakınmayacaklardır."
3- Âyet-i kerimede
geçen "kendi evleriniz" tabirinden maksat, Ebû Bekir el-Cessâs'a
göre, kişinin ailesi, çocukları ve hizmetçileri gibi evinde duran kimselerin
evleridir.
Bu hadis-i şerif, bir
insanın üzerine Besmele çekilmiş olmak şartıyla başkasının malından yemesinin
caiz olduğunu ifade etmesi ve dolayısıyla bir insanın birisine misafir
olmasının caizliğine delâlet etmesi cihetiyle bir önceki babın tamamlayıcısı
durumundadır.
Aynı zamanda bu hadis,
misafirperverliğin farz olmayıp sünnet-i meükkede olduğunu söyleyen cumhurun
görüşünü de te'ykl etmektedir. Çünkü hadiste geçen âyet-i kerime de bir
kimsenin başka birisinin yemeğini yemesinde bir günah olmadığını ifade
etmektedir. Oysa günah olmamak başka, farz olmak yine başkadır. Bir şeyin
günah olması vacib olmasını gerektirmez. Binaenaleyh eğer bir kimsenin misafir
olduğu kimsenin yemeğini yemesi onun kazanılmış bir hakkı, bu yemeği sunmak da
ev sahibi üzerine farz olsaydı o zaman "günah yoktur" kelimesi yerine
bu farziyyeti ifade eden daha açık ve kesin bir ifade kullanılırdı.
Bu durum misafire ikram
etmenin farziyyetinin neshedildiğine de delâlet etmektedir. Bu bakımdan da bir
önceki hadisin bir tamamlayıcısı durumundadır.